Zeynur Pehlivan; Beden Eğitimi Öğretmeni, Milli Hentbolcu, Antrenör, Hentbol Yazarı; Eğitim Uzmanı, Milli Hentbolcu Zeki Pehlivan'ın Eşi; Lise Öğrencisi, Milli Hentbolcu Doruk Pehlivan'ın Annesi
  • Kaliteli Hentbol : Seyirci

    Türkiye de ki U20 Avrupa Erkekler Hentbol Şampiyonası esnasında Talant Dujshebaev ve Heiner Brand’la sohbet etme şansına sahip olmuş, Heiner Brand’a ise bir çok sorunun ...

  • Bir Hentbol Maçına Bunun için Gitmelisiniz..

    Pek çok spor dalı bir birine benzer özellikleri ve becerileri içerir. Bu becerilerin üst düzeyde uygulandığı sportif özelliklerde bu branşın güzelliklerini ortaya çıkarır....

  • Siyah Final

    Herkes tahmin eder, Erkekler Hentbol Süper Liginde Beşiktaş’ın final oynayacağını. Ve bu nedenle gözler diğer finaliste çevrilir. ...

13 Ekim 2018 Cumartesi



28 Ekim 2018 günü saat 16:00’da A Milli Erkek Hentbol takımımızın İzlanda ile Avrupa Şampiyonası Eleme maçları var ve ben bugünden kara kara düşünmeye başladım. 

Sporla ilgisi olanlar iyi bilirler ki Ankara’nın güzel bir spor seyircisi vardır. Basketbol ve Voleybol Milli takımımızın maçlarında Başkent ve Ankara Spor Salonu hınca hınç dolar ve birçok kez spor salonunun kapısından dönmek zorunda kalırsın. Bu nedenle voleybol ve basketbol maçlarının çoğu bu güzelim kentte oynanır.

Ama aynı durum hentbola geldiğinde tam tersidir. Türkiye Hentbol Federasyonu Spor Salonu sadece Süper Lig maçlarında değil, milli maçlarda da çoğu kez boş kalır. 

Şimdi doğru oturup hentbolcu gibi konuşalım ama önce size bir anımı anlatacağım. 

Eskişehir’e köyden geldiğimiz ilk günlerdi. Ben o zaman 11-12 yaşlarındayım. Birgün annemle beraber çarşıya çıkmak için evden otobüs durağına gelmiştik. İkimizde henüz Eskişehir’i bilmiyoruz. Tabii haliyle hangi otobüsün de çarşıya gideceğini bilmiyoruz. Neyse… 
Bir otobüs geldi binmiyoruz, ikinci otobüs geçiyor ona da binmiyoruz. Fakat anneme bakıyorum, annemde, kendinden hayli emin sanki hangi otobüse bineceğimizi çok iyi biliyor tavırları var. 

Bir süre geçiyor, artık dayanamıyorum ve çocuk telaşıyla anneme soruyorum. “Anne neden bir kimseye çarşıya giden otobüsün hangisi olduğunu sormuyoruz?” 

Annemden bu yaşıma kadar hiç unutmadığım şu cevabı almıştım. “Gelen otobüslere bakıyorum. Hepsinde ya çok az kişi var ya da otobüs bomboş. Merkeze giden, çarşıya giden otobüsler dolu olur. Bekle! Hangi otobüs doluysa ona bineceğiz! Çünkü dolu olan otobüs çarşıya gider!” demişti.

Ben olsam böyle davranır mıydım, tabii ki hayır. Bilmediğim bir şey varsa hemen gider birisine sorarım ama şimdi bunu, bugün şöyle düşünüyorum. 

Sokakta yürürken, pazarda gezinirken bile bir kalabalık gördüğümüzde “Orada neler oluyor!” diye merak eder, bizde bir göz atmak ister ve kalabalığa doğru yaklaşırız. Annemin yaptığı davranış ve söylediği sözler bir bakıma doğru mantık aslında…

Ben hatırlıyorum da, Ankara Atatürk Spor Salonunda veya Cebeci Hentbol Salonunda oynadığımız maçlarda oradan geçen esnaflar bile salonun önündeki kalabalığı görür, içeriye bir adım atarlardı.

Bugünlerde THF Spor Salonuna gidiyorum salonun önü bomboş. Hani kendi evimiz, hentbol ve sevdiğimiz insanlar olmasa oraya adım atmak istemem. Çünkü önünde hiçbir hareketlilik yok. İçeride maç var mı yok mu belli değil. 

Şimdi ben bu yazımda belki birilerini üzeceğim ama benim jenerasyonum, benden önceki ve benden sonraki olmak üzere tüm hentbolculara söyleyeceğim birkaç sözüm var. 

Şöyle kabaca düşünecek olursak 1976 yılından itibaren binlerce kişi Ankara’da okullar ve kulüpler düzeyinde hentbol oynamıştır. Çünkü hentbolun ilk adreslerinden birisi kuşkusuz Ankara’dır. Yani bu nedenle benim beklediğim, anladığım ve umduğum Ankara, hentbol seyircisinin çok fazla olması gereken ilk kentlerden birisidir. 

Sadece bu insanlarımız, bu hentbolcularımız salonlara gelse 1500 kişilik THF Spor Salonunu doldurmamamız içten bile değil. Neden gelmediklerini hiç bilemiyorum, tatsız bir son olmuş olabilir, ortada affedilmeyecek bir vefasızlık olabilir ki ben de çok yaşadım, sevmediğimiz insanlar olabilir ki benim de sevmediğim insan var- üstelik herkesi sevmek zorunda olduğumu da düşünmek istemiyorum- ama insan hentbola küsmemeli…

Ben şöyle düşünüyorum.
Hentbol bizi biz yapan spor…
Hentbol bana eşimi, işimi kazandıran spor…
Hentbol bana değişik kültürleri, değişik insanları öğreten spor…
Hentbol bana çok şey öğreten, beni değiştiren spor…
Hentbol beni ben yapan spor…

Kötü şeyleri ben sizlerden daha çok yaşadım. Hentbol camiasından ben de nasibimi aldım ama bunlarda bana çok şey öğretti. 

Haddimi aşarak size tavsiyem, bir yetişkin ve artık büyük birer insanlar olarak gelin hentbolu bir kenara atmayın. Vefasızlıkları unutmayın, yapılanları unutmayın ama bunun için güzelim hentbolu suçlamayın. Çünkü bunu yapan hentbol değil, insanlar.

Gidin salonun uzak bir köşesinde oturun ama ne olur, bizim sizleri, sizleri gençlerin görmesini engellemeyin. Ben, hentbola emek vermiş büyüklerimi salonda gördüğümde zaman çok ama çok mutlu oluyorum. 

Basketbolda ki efsane Yalçın Granit gibi salondaki yerinizi alın lütfen. Süper Lig maçlarını, Milli takım maçlarını takip edin ve gençlerin sizleri tanımasına izin verin lütfen. Bizi sizlerden, sizleri hentboldan  mahrum etmeyin lütfen.

Hentbolun öncülüğünü sizler yaptıysanız hentbol seyirci konusunda da öncülük yapmanız gerekir. Salonlar dolmuyorsa önce sizin salonlara gelmeniz gerekir. Düğün sahibi olarak önce düğünde sizin olmanız gerekir. Salonlarımız dolsun ki hem anılarımız hem salonlarımız canlansın değil mi!

Annemin dediğini sizlere tekrar hatırlatıyorum. İnsanlar dolu olan salonlara, kalabalıklara gelir. Bu nedenle bizler önce salonlarımızı kendimiz doldurmalıyız. Salonlarımız okullardan getirdiğimiz çocuklarda  güzel ama bizim bir voleybol ve basketbolda ki seyirci kalitesini yakalamamız lazım. Bizim artık elimizde bu kadar güzel bir spor dalı varken spor salonuna kendiliğinden gelen, maçları takip eden ve salonlarımızı dolduracak sayıda insanlarımıza ulaşmamız gerekir.  En önemlisi basketbolu seven, voleybolu seven seyirciler gibi hentbolu da seven bir Ankara seyircisi yaratmamız lazım. Bu da sadece sosyal medyadan başarılar dilemek veya haberi paylaşmakla olmaz, anı paylaşmakla, hentbolu yaşamakla  olur. 

Önümüzde bir milli maç var. Avrupa’nın, hentbolun en önemli adreslerin birisi olan İzlanda ile karşılaşacak A Milli Hentbol takımımız… Hep birlikte olduğumuz zaman güçlü oluruz. Hep birlikte olduğumuz zaman takımımıza yalnız olmadıklarını hissettiririz. Hep birlikte olduğumuz zaman hentbolumuzu güzelleştirebiliriz. 

Bomboş salonlarda maç seyrederken ben hep içimden bu soruyu sorardım. “Biz bu kadar mıyız !”

Hentbolun, bizlerin, Ankara’da ki hentbolcuların ki milli maçlar için her kentten gelinir, bu kadar az sayıda olduğumuza inanmıyorum. Neredeyseniz lütfen evinizden çıkın, oynadığınız salonlara gelin ve hentbola destek olun. 

Beşiktaş Mogaz Şampiyonlar Ligi maçında 6000 kişiyi salona çekebiliyorsa, bir milli maç da THF Spor Salonuna bu kadar sayıda seyirciyi çekebilmeli.

Kalabalık güzeldir. Kalabalık birlikteliktir. Kalabalık güçtür. Bu güzellikleri gelin hep birlikte yaşayalım, yaşatalım. 

28 Ekim’de görüşmek üzere… Hentbolla kalın. 

#TÜRKİYE  #HentbolGüzeldir #hentbol #İzlanda #AMilli #handball #ehf #BizBuKadarmıyız
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 03:58  No comments »

16 Ağustos 2018 Perşembe



Son zamanlarda, oğlumuz Doruk'un da yurtdışına transfer olması sebebiyle, eşim ile birlikte bir iki televizyon programına çıktık. Hentbolu konuşmak çok zevkli, ekranlarda görünmek de öyle..

Ancak programda konuşmalar başlangıçta; iki üst düzey hentbol milli takım oyuncusu olmamızdan hentbolcu oğlumuza, oğlumuz Doruk'un yurtdışına transfer olan en genç oyuncu olmasından Doruk'un bu sürece nasıl geldiğine, üçümüzünde hentbolda sol oyun kurucu pozisyonunda oynamamızdan Doruk'un bundan sonraki hedeflerinin ne olacağı şeklinde devam ederken konu haliyle hentbolun şu an ki durumuna ve hentbolun neden bir türlü istenilen noktaya ulaşamadığına geliyor. 

Eşimi bilemiyorum ama ben bu noktada öyle tıkanıyorum ki! Öyle tükeniyorum ki! Orada basketbolda veya voleybolda görev yapan bir sportif direktör veya menajer olarak oturmayı, konuk olarak katılmış olmayı öyle çok arzu ederim ki! 

Şöyle koltuğa dik oturup; basketbolda veya voleybolda kulüpler ve milli takımlar düzeyinde yapılan çalışmaları anlatmayı, alınan başarılardan, kazanılan kupalardan, Dünya, Avrupa ve Olimpiyat Oyunları hedeflerinden bahsetmeyi ve bunlar için yapılan çalışmalardan, planlardan söz etmeyi öyle çok isterim ki! 

İnanın sesim bile değişik çıkar! Duruşum değişir! Sözlerim farklılaşır! Söyleyecek kelimelerim tükenmez! Sunucu "Son olarak eklemek istediğiniz birşey var mı?" dediğinde, "Şunu da unutmadan eklemek isterim!" diye anlatacak çok şeyim olmasını öyle çok arzu ederdim ki! 

Ama ben hentbolcuyum ve ne yazık ki hentbola sırılsıklam aşığım. O hentbol topunu eline almak, vaksı parmaklarında hissetmek, topun elinden çıktığı anda vaksın o sesini duymak, top elindeyken müthiş bir vücut aldatması ile rakibi geçmek, kalecinin beklemediği anda topu 90'a takmak, son adımı daha büyük atıp yere güçlü bir şekilde basıp yerden yükselip bütün kol ve bacak kuvveti ile kaleye şut atmak, bir pas arası yapmak, rakibin topunu çelmek, hızlı hücumda topu yavaşça kaleye bırakmak veya 7 metrelerde kaleci ile aynı anda hesaplar yapmak! 
Öyle muhteşemdir ki hentbol oynamak! Öyle keyiflidir, öyle keyif verir ki insana hentbol oynamak! 

İşte bu güzel hentbolun vitrinin en güzel yerine yerleştirilmiş ve herkes tarafından görünür ve bilinir olduğunu anlatmayı öyle çok isterdim ki! Hep aynı konulardan; Beşiktaş Mogaz'ın yıllardır Süper Ligi domine etmesinden, hentbolun artık profesyonel bir yapıya kavuşmasından, hentbolun her kademesinde kalite aranmasından, okullar ve Beden Eğitimi Öğretmenleri ile ortak çalışmalara gidilmesinden, alt yapılara sözde değil özde önem verilmesinden, antrenörlerin, oyuncuların görevlerini yarı zamanlı değil tam zamanlı olarak yerine getirmelerinden bahsetmenin, bana artık sıkıntı vermeye başladığını hissetmeye başladım.

Diğer branşlar bu aşamayı çoktan geçmişken, sohbetler, görüntüler farklı hedefler, farklı yenilikler üzerinden giderken bizim hala bu konuları konuşuyor olmamız gerçekten can sıkıcı.... Biz neden hala bir Avrupa hedeflerimizden, neden hala Beşiktaş Mogaz dışında bir takımımızın şampiyon olabileceğinden, neden hala güzel bir planlama ile 5 sene sonra güzel bir jenerasyona veya güzel bir başarıya ulaşabileceğimizden konuşamıyoruz! Neden biz artık bir zamanlar bizden daha kötü takımları ve ülkeleri yenerken sevinmeye alıştık! Bizim hedefimiz bunlar mı olmalı? Bizim hedefimiz bu kadar küçük mü olmalı? 

Nerede bizim senelerdir alt yapıya önem verdikleri belirterek bizi ümitlendiren kulüplerimiz? Nerede bizleri, Dünya Liseler Şampiyonasında birinci olarak gururlandıran gençlerimiz? Nasıl ortaya çıkmıyorlar, gelişmiyorlar veya neden biz birşey göremiyoruz? Neden amacımız sadece birçok ülkenin önemsemediği Akdeniz Oyunlarına odaklanmak? Biz küçük mü düşünmeliyiz? Bu nedenle mi heryerde, herşeyde hep küçük oynuyoruz? 

Üzgünüm arkadaşlar! Bir televizyon programına katılırken hissettiğim duygular bunlar benim. Bir tarafda sevdiğiniz hentbol var, ama bir tarafda da sevdiğiniz hentbolda severek anlatacağınız şeyler yok! Öyle kötü kontrpiye de kalıyorsunuz ki! Ne yapacağınızı, hentbola zarar vermeden durumu nasıl açıklayacağınızı, sorulara nasıl cevap vereceğinizi bilemiyorsunuz. Aslında bizim yaptığımız bu iş de gerçekten çok zor bir iş! Ortada birşey yokken varmış gibi anlatmak! İnanın hentbolu duyurmak için hergün uğraşan ben bile ekranlara çıkıp olmayan şeylerden bahsetmek istemiyorum. Kendimi bu konuda tükenmişlik sendromuna kapılmış hissediyorum. 

Çok güçlü ülkelerin olduğu cimnastik de bile sporcularımız büyük başarılar elde ederken bizim de onların yerinde olmamamız için hiçbir sebep yok! Lütfen bu şahane sporu daha da güzelleştirelim, başarılı kılalım, lütfen çemberin dışına çıkalım, hentbolu  büyük hedeflere taşıyalım ki, bizlerin de ekranlarda konuşacak çok fazla sözümüz olsun. Biraz daha fazla çaba, biraz daha fazla ilke, biraz daha fazla zaman, biraz daha fazla kalite!  Lütfen!

Hentbol Güzeldir. Sağlıcakla kalın.

Zeynur PEHLİVAN 

#HentbolGüzeldir #Hentbol #TükenmişlikSendromu #Handball
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 05:04  No comments »

4 Ağustos 2018 Cumartesi


İnsanın kendini anlatması ne kadar zordur bilirsiniz. Ben bu konuda çok başarısızım ama konu çocuğunuz olduğunda, “Kuzguna yavrusu şahin görünür!” misali destan yazabilirsinizÇünkü O kaç yaşında olursa olsun sizin çocuğunuzdur, her yaptığı size özel ve güzel gelir, hiçbir zaman büyümezler, çocuk kalırlar ve bu nedenle çocuklarımız gözümüze hep şahin görünürler.

Tabii diğer taraftan bu yazıyı yazarken bir anne olarak mı yazmalıyım, yoksa bir hentbol yazarı olarak mı yazmalıyım ikileminde de kalmıyor değilim. Fakat ben ikisini birden yapacağım ve hentbol yazarı bir anne olarak, yurtdışına transfer olan en genç hentbolcunun gururlu annesi olarak, her iki duyguyu da bütünleştirerek bu yazıyı yazacağım.

Sanırım Doruk’da benden daha iyi tanıyacak kimseyi göremiyorum!



Öyleyse başlayayım!

İlk detaylı ultrasonda bize baktığı zamanı hatırlıyorum da… Sanki buharlı bir camın arkasından bize bakıyor gibiydi. Camı silsem sanki onu daha net görecektim. Kafasının çok güzel olduğunu söylemişti doktor. 4 kg doğduğunda da dünyanın en mutlu annesiydim. 

Ancak kısa bir süre sonra çok üzecekti bizi Doruk. Çünkü alerjik astım olduğunu öğrenecektik ve bu tedavi için senelerce ilaç alacak, uzun süreler birlikte hastanede yatacak, babamız gece gündüz hastane kapılarında bizleri bekleyecekti.

Üç sene hiç uyuyamayacaktık. Sabahlara kadar bekleyecek, uykusuz gecelere alışacaktık ama Doruk, doktorlardan da, “Hastayken mutlu olan, oyun oynamak isteyen, gülen bir çocuk varsa o da Doruk’tur” sözlerini işitecektik.

Geceleri bile bizi arayan inanılmaz bir doktorumuz vardı ve biz bu süreci, bu rahatsızlığı 3 yıl içerisinde, Doruk’u hayattan koparmayarak, koruyucu tavır takınmayarak, vücut direncini alacak mikroplara maruz kalacağını bilerek sokaklara çıkararak, soğuğu sıcağı, tozu pisi yedirerek atlattık.

Doruk bunu atlattığında yani 4 yaşına geldiğinde de onu, cimnastik süngerleriyle ve  havuzla tanıştırmıştık. Yıllarca sporcu olamayacak, diye ağladığımız çocuk canavar gibi yüzüyor, daldan dala atlıyordu. Daha sonraki yıllarda nefesi öyle güçlenecekti ki, suyun altında oturup vakit geçirme durumuna gelecek ve biz artık müdahale edip, “Çık artık yukarı!” demek zorunda kalacaktık.

Cimnastik, yüzme, optimist, sörf derken zamanla dalgıçlık brövesine kadar ulaşacaktı Doruk. Ama bunun yanında küçük yaşlardan itibaren, anneden almış olduğu resim yeteneği ile 3 yaşından lise son sınıfa kadar resime, babadan almış olduğu müzik yeteneği ile gitara, anne ve babadan almış olduğu yetenek ve genetik ile hentbola devam edecekti.

Arkadaşlarına göre daha uzun olan Doruk için bir arkadaşımın “Gel bu çocuğu hentbolda heba etme!” demesi ile de basketbola başlayacak, ancak bir maç esnasında yaptığı henüz ilk hata sonucunda kendisine , Atatürk Spor Salonunun o karanlık koridor ve odalarından birisine göndermek için hemen, o an, sertçe atılan oda anahtarı ile bu macerada sona erecekti.   

Türkiye’nin en önemli ve en köklü okullarından biri olan TED Ankara Koleji’nin giriş sınavlarını öğretmenlerinin denildiğine göre çok kitap okuması ile kazanmıştı. Doruk’un okulu iyi bir okul olunca ne biz ne de kendisi bir dershaneye göndermeyi isteyecek ne de testlerle geçen bir öğrenim hayatı olacaktı. Bu şekilde istediği bölüm olan İç Mimarlık Bölümünü kazanacaktı Doruk Pehlivan.

Bizler ne dershane, ne de test çözmesi için ısrarcı oldukDoruk’ta… Israrcı olduğumuz şeyler, sevdiği şeyleri yapmasıydı. Bir insanın hayatında müzik, sanat ve spor olmalıydı. Bunlarda çok ısrarlıydık. Sınav zamanlarında bile bunlardan ödün vermeyecektik. Öyle ki, üniversite sınavına bile birgün önce Almanya’da ki hentbol kampından gelerek girecekti.

Avusturya’ya nasıl transfer olduğuna gelince…

Annesinin ve babasının hentbol antrenmanlarında yetişen bir çocuk ne olacaksa onu oldu Doruk. İlkokul ikinci sınıfta tanıştığı hentbolu hiç bırakmadı ama bir dönem kulüpdebasketbol, okulda hentbol oynamaya devam edecekti. Basketboldan da kazanacağı çok şey olacaktı Doruk’un…

Ortaokul ikinci sınıftan itibaren her yaz bir yurtdışı veya hentbol kampına gitti. Buradaki amacımız ona, hentbolun Türkiye’de ki gibi olmadığını, oynanmadığını göstermek, öğretmekti. Bu kamplar kendisine çok yararlı oldu. 


    

Doruk hem çok şanslı, hem de çok şansız bir çocuk! Yazık! Bazen çok üzülüyorum kendisine Düşünsenize! Sürekli kendisine çok çalışmasını ve “Bu hareketi böyle yap! “Öyle pas mı olur!” “Öyle  aldatma mı yapılır!” diyen aynı pozisyonda oynamış iki hentbolcu var evde! Yavrum neler diyordu bize içinden kimbilir!

Ama dediğimiz her şey gerçekleştiğinde ve bizim haklı olduğumuzu gördüğünde söylediği “Siz haklıymışsınız !” cümlesi bizim için yeterliydi. Çünkü biz önceliği para kazanmak yerine, hentbolcu ya da sporcu olmaya vermiştik. Doruk şimdi sonucunu almaya, hentbolu öğrenmeye, oynamaktan büyük keyif almaya başladı. 

Ama bunlar nasıl oldu! Antrenmanı olmadığı zamanlarda Doruk’u bir başka takımın antrenmanına göndererek, tatilde bile sabah kaldırıp koşturarakdenizde  bile atış kolu ve bacakları kuvvetlendirici hareketler yaptırarak, bireysel antrenörle birlikte çalışıp hızlanarak, kuvvetlenerek Oyun anlamında da, oyununu daha çabuk geliştireceği anlamında da, Doruk’u kendi elimizle gençlere önem veren ve yabancı oyuncu olmayan tek kulüp olan Maliye Piyango kulübüne teslim ettik. 

Böylece Doruk hem genç hem de A takımda yer alıyor ve daha çok süre alarak hentbolu öğreniyordu. Neler yapabildiğini keşfettiğinde daha çok çalışıyor, daha çok çalıştıkça daha çok şey keşfediyordu. Sonuçta hentbolcu olacağını keşfetti ve çok mutlu olmaya başladı. Mutlu oldukça daha çok çalıştı ve bize “az şey” söyletmeyi başladı. Çalışmayı çok sevdi, takımında daha çok süre aldı, milli takımlarda da gol atmaya başlayınca değişik yollar önüne çıkmaya başladı.

Bunlardan birisi de bu senenin Avusturya şampiyonu FiversWat Margareten kulübü oldu. Doruk Türkiye’de birçok takımın listesindeydi, ancak Doruk’un bir hayali vardı. Hentbolun en iyi oynadığı Lig olan Almanya Liginde oynamaktı ve bunun için yine doğru karar vermek zorundaydık. 

Beşiktaş Mogaz ve Göztepe gibi büyük kulüpler peşindeydi ama biz kariyer planlamasını doğru yapmalıydık. Kulüpler büyüktü ama Süper Ligimiz göz önünde olan ve takip edilen bir Lig değildi. Ama Avusturya öyle miydi! Her sene bir veya birkaç oyuncu Bundesliga’ya transfer oluyordu. 

Tabii bir de bunun farklı artıları da olacaktı. 2+2 yıllık sözleşmesi vardı. Okuluna orada devam edecekti. TED Ankara Koleji’nde aldığı İngilizce eğitimi ile birlikte ikinci dili olan Almancası daha da iyi olacaktı ve bunun için Almanca kursuna gidecekti.  Orada da Fivers’ın U20 ve A takımında oynayacaktı. Kendine ait bir evi olacaktı. Profesyonel bir hentbol takımında oynayacaktı. Ama en önemli artısı hentbol kültürü olan bir kulüpte oynaması olacaktı. Buradaki gibi değil daha çok göz onu izleyecek daha çok el onu alkışlayacaktı.  Maç sonraları sponsorların karşısına çıkıp röportaj verecek, onlarla birlikte yemek yiyecek, masaj saatleri bile belli olacak, her yerinde sponsorisimleri olan formalarla sahaya çıkacaktı. Ayrıca hemen yakınındaki hentbol ülkelerinin takımları ile özel maçlar oynayacaktı. “Sen bizim lejyonerimiz olacaksın!” cümlesini duymak gururunu okşayacak, hele tüm konuşmalar sonrasında, “Çalışmak ve disiplin burada çok önemlidir ama burada bir şey daha önemlidir. Dinlenmesini ve eğlenmesini de iyi bileceksin!” sözü ise çok hoşuna gidecektir. 

Doruk’un küçükken yaptığı bir alışkanlığı vardı. Otururken veya arabada seyahat ederken birden şu sözü söyler ve ya odasına ya da arabanın arkasına uzanırdı. “Ben hayal kurmak istiyorum!” 

Başarıya ulaşanların hep hayal edenlerin ve hayallerinin peşinden koşanların olduğunu biliyoruz. William Russell’ın da dediği gibi… “Büyük işler, büyük hayaller kurma özelliği olan insanlarca başarılmıştır.”

Doruk “Hayal kurmak istiyorum!” derken hayallerinde hentbol var mıydı, milli hentbolcu olmak var mıydı, hentbolu Avusturya’da oynamak ve devamında Bundesliga’ya yolculuk etme var mıydı bilemiyorum ama bugün Doruk bir hayale doğru yol almış durumda…

Doruk bugün “Hayal kurmak istiyorum!”deyip odasına çekilmiyor, aksine bugün Doruk hayalini açık açık, yüksek sesle dile getiriyor ve en büyük hayalinin Avusturya’dan Almanya’daki bir kulübe transfer olmak ve Şampiyonlar Liginde bir final oynamak olduğunu söylüyor.

Umarım bu hayali gerçekleşir ve Türk hentbolu da, Türk hentbolcuları da bu hayale ortak olurlar

Bir anne olarak çok gururlu, bir hentbolcu ve hentbol yazarı olarak çok mutluyum.

Hentbolda daha çok oyuncunun yurtdışında oynaması temennisiyle…

Hayal yolun ve şansın açık olsun anneciğim, pardon Doruk Pehlivan.


Annen Zeynur Pehlivan 

Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 02:45  No comments »

15 Mayıs 2018 Salı


Ne zaman futbol maçlarında tribünlerde veya sahada yaşanan çirkin olayları görsem  hemen Köln’de izlediğim maçlar gelir aklıma… “Ya bir taşkınlık yapan olursa!”diye bir endişe taşımadan, “Ya tribünlerde olay çıkarsa” diye bir korku duymadan izlediğim hentbol maçları gelir aklıma… 

Biliyorsunuz Erkekler Hentbol Şampiyonlar Ligi Finalfour müsabakaları her sene, aynı yerde, Almanya’nın Köln şehrindeki Lanxess Arena’da oynanır. Eğer bir hentbolsever olarak sizde orada, 20 bin kişinin arasında olmak ve o muazzam hentbol şölenine tanık olmak istiyorsanız, yapacağınız ilk şey, bir yıl önceden satışa sunulan biletler için bilet kuyruğuna girmek olacaktır.

Hep duyardık, “Almanya hentbolun adresidir!”, diye ama insan yaşamadan, görmeden anlamıyor. Hep duyardık, “Hentbol, Almanya’da en sevilen ikinci spordur!”, hatta “Bazı kuzey bölgelerinde birinci spordur!”, diye…

Gidip gördük. Köln’de, otellerde, sokaklarda Mayıs’ın son haftasında buluşan dört farklı renkteki takım taraftarları Köln’ü inanılmaz bir spor kentine dönüştürür. 



Köln’ün her köşesinden, kafeteryalardan veya restorantlardan üzerilerindeki formaları ile şarkı söyleyen taraftarların sesleri yükselir. Ne bir taşkınlık, ne bir tartışmaya rastlamanız mümkün değildir.

Müsabakaların bir gün öncesinde, sponsorlarından mağazasında Velüx Ehf Şampiyonlar Liginin kupası sergilenir. Taraftarlar kupa ile fotoğraf çektirip ellerine alırken kupanın hemen yanındaki sporculardan da imza alırlar.

Akşamında da tüm takım taraftarlarının ve hentbolseverlerin katılımı ile bir konser düzenlenir Lanxess Arena’nın hemen önünde… Danslar, şarkılarla ertesi günkü büyük heyecana hazırlanır taraftarlar…

Ertesi gün ise gişelerden girdiğiniz andan itibaren hangisine katılacağına karar veremeyeceğiniz, salonun tüm ön alanını kaplamış olan yarışma standları çıkar karşısınıza…  Hedefe top atma oyununa mı, yedi metre yarışmasına mı, yoksa puzzle oyununa mı katılacağınıza karar veremezsiniz! Çünkü gözünüz etrafınızdaki hentbol efsanelerindedir. Özellikle de Alman efsanelerin…

Ya da hiçbir şey yapmadan bir kenara oturup içecek veya yiyeceğinizi elinize alıp sadece etrafınızdaki güzel görüntülerin keyfini çıkarabilirsiniz. Sporun o sıcak, samimi ve dostluk kokan atmosferine kaptırabilirsiniz kendinizi…

Hele bir de maç saati yaklaşıp içeri girdiğinizde, sanki bir spor karşılaşmasına değil de, bir şova geldiğinizi düşünürsünüz! Çünkü önce kareografiler, danslar, müzikler ve sanatçılar çıkar sahneye… Sanki küçük bir Olimpiyat Oyunları açılışı törenleri gibidir.
  
Ve tören bitip ışıklar söndüğünde tek tek davet edilir sporcular sahaya!  Sahne artık sporcularındır! Başlar müsabaka… 20 bin kişi koltuklarına bırakılan kartonlarla aynı anda tempo tutarlar, birilerine “koymadan”, birilerine vurmadan… 20 bin kişi aynı anda ayağa kalkarlar bir takımı tutmadan, bir takımı kırmadan…

Sporcuların da tribünlerdeki güzelliklerden dostluklardan farkı yoktur. Sadece sporun mücadelesini verirler. Sadece sporun gerektirdiği davranışları sergilerler. Hentbolun o müthiş yakın temas gerektiren durumlarında bile, hentbolun o tatlı sert mücadelesinde bile sporcuların güzel hentboldan uzaklaşmamaları, hentbolu çirkinleştirmemeleri için gösterdikleri özen tam bir spor şölenine yakışan davranışlardır.

Hentbol ve hentbolseverler; tam bir spor dalına yakışan davranış sergiler Almanya’da… Öncesi, devre arası ve sonrasında… Henüz bir maç öncesi bir kavgaya tanık olmadım Köln’de… Henüz bir maç esnasında ellerindeki bira bardaklarını atan bir taraftar görmedim Köln’de… Henüz bir taraftarın attığı bir cisimle kafasına dikiş atılan bir antrenör veya sporcu görmedim Köln’de… Ve henüz, bir maçın yarıda kaldığını görmedim ve duymadım Köln’de…

Keşke bütün spor karşılaşmaları bu şekilde başlasa ve bu şekilde bitse! Yorumcular sadece futbolu konuşabilse! Cezalar sadece sahada verilen mücadeleden verilebilse! 
Ve keşke, bir futbol karşılaşması da Köln’de tanık olduğumuz gibi bir şölen havasında, bir dostluk içerisinde ve bir spor kültürü havasında oynanabilse, tamamlanabilse!

Ama görünen o ki, bütün bunlar bir temenniden öte gitmeyecek gibi…

Bu nedenle en iyisi siz gelin, 26-27 Mayıs 2018 tarihinde Köln'de yapılacak olan bu büyük hentbol şölenini izleyin ve bir spor karşılaşması nasıl güzel organize edilir ve bu organizasyona katılan herkes nasıl mutlu olur farkına varın! 

Zeynur Pehlivan 




  








   




Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 10:01  No comments »

17 Nisan 2018 Salı


Evlendiğimizde ilk oturduğumuz evdi Emek 60. sokaktaki evimiz. Giriş katının hemen üstüydü. Yani 1. kat. Bir katta beş dairesi olan çok temiz ve çok bakımlı dört katlı bir binaydı bu apartman. Biz de bu apartman girişinin hemen üstündeki daireyi kiralamıştık. Dikimevinden binip ev aramak için tam ortasında indiğimiz Emek 4. caddeden, ilk döndüğümüz sokakta ilk karşımıza çıkan bir evdi bu ev. Kısacası ilk bulduğumuz evi kiralamıştık. Çok kısa zamanda da ne kadar güzel bir apartmana taşındığımı anlayacaktık.

Yerden yükselen camlarıyla kocaman salonu ve iki odası ile çok şirin bir evdi burası. İlerleyen yıllarda da satın almıştık bu evi, bize “Ceketinizi satıp paranızı tamamlayasıya kadar bekleyeceğim sizi…” diyen, ODTÜ’de ki tahsilini tamamlayıp ülkesine dönecek olan İran’lı bir beyefendinden. Gerçekten de beklemişti bizi, hatta ısrarla “Lütfen cama ‘SATILIK’ levhası asalım!” dememize rağmen astırmamış ve bizi beklemişti. İyi ki de beklemiş. Yoksa biz, her biri çok değerli olan kat maliklerini, özellikle de daha sonra hayatımızda çok önemli bir yer tutacak olan o çok tatlı kızı hiç tanımayacaktık.

Müthiş yakın ve sıcak bir ilişki vardı apartman sakinleri arasında… Sürekli bir araya gelen, her sabah bir evde kahvelerini içen, her hafta birinde kağıt oyunları oynayan, her an birbirleriyle iletişimde olan inanılmaz bir apartmandı. Okula girer gibi herkese selam vererek girerdim apartmana. “Günaydın Vedia hanım teyze!”, “Merhaba Saliha abla!”, “Nasılsın Tasvir teyze!”…

Ama bu duyguların baş aktörleri şüphesiz onlardı. Her okuldan veya antrenmandan geldiğimde yaz kış demeden beni camdan evlerine çağırır, “Gel bir kahve iç! Ya da “Gel bir çorba iç!” diyerek beni evlerine davet ederlerdi. Bana çok emekleri olan, bana çok güzel günler yaşatan, hayatımı kolaylaştıran bu güzel insanlara minnettarım. 

Kapıları herkese açık olan bu apartmanı çok sevmiştim. Derken günlerden birgün, elimde kahvem camın önünde otururken “Pat!” diye bahçeye bir şey düştüğünü duymuş, ardından da yükselen çığlıkları işitmiştim. Camdan dışarı kafamı uzattığımda da bahçeye düşenin hemen sağımdaki komşumun iki yaşındaki kızının olduğunu görmüştüm. Duyan korkuyla koşmuştu bahçeye… Biz de gitmiştik. Ama korktuğumuz gibi bir şey olmamıştı. Birinci kattaki camlarından dışarıya bakarken düştüğünü öğrendiğimiz kız çocuğu bahçedeki betona değil, toprağa düşmüştü ve hiçbirşey olmamıştı. Cin gibi gözleri ile bizlere bakıyordu. Sevimli mi sevimli, şirin mi şirin bir kızdı. 

Apartmanın vazgeçilmez kişisiydi. Sevmesini de, sevildiğini bilmesi de çok coşkuluydu. Zamanla büyüdü. Bisiklete binmeyi, okuma yazmayı birbirimize mektuplar yazarak ve kapılarımızın altından atarak birlikte öğrenmeye çalıştığımız zamanlar oldu. Çok zaman geçirdik birbirimizle… Hatta birgün antrenmanımıza bile götürmüştüm. 

Ve birgün gelmiş ben bebek sahibi olacağımı öğrenmiştim. Bu haberi ilk öğrenenlerden birisidir o kız çocuğu ve bana “Sen benim kızımsın!” diyen canım annesi…  “Zeynurrrr  sen anne mi olacaksın!” demiş ve boynuma sarılmıştı.  O kızın benim kadar sevindiğine içten inanıyordum. Bunu görebiliyor, hissedebiliyordum. Çünkü herşeyini çok açıkça ve sıcak bir gülümseme ile ifade eden bir insandı o.  

Dört ay geçti ve biz bir oğlumuzun olacağını öğrenmiştik. Ben hemen isim kitapları almış, erkek isimleri düşünmeye başlamış, her ismin anlamlarını öğrenmeye çalışmıştım. “Bu olmaz!”, “Bu olabilir!” deyip her isme dikkat etmeye çalışıyordum. 

Böyle günlerden birgün Zeki ile o çok sevdiğimiz komşumuza gitmiştik. Konu oğlumuzun isminin ne olacağına gelmişti. O dönemlerde henüz 9-10 yaşlarında olan kız birden atlayıp “Ben düşünmüştüm Zeynur! Kız olursa Gizem, erkek olursa Doruk olsun demiştim!” demesin mi! 

Ağzımız açık kalmıştı. Zeki ile gözgöze geldik ve ikimiz birlikte “Doruk!” dedik. Çok güzel bir isim geldi bize. Doruk… Zirve, dağın en yüksek noktası, demek. Kızımız heyecanla bizim cevabımızı beklerken, eşim “Tamam Zeynur! Boşuna isim arama! Oğlumuzun ismi Doruk olacak!” demesin mi! Evdeki sevinç nidalarını duymalıydınız! Herkesin o andaki sevincini, o kız çocuğunun mutluluğunu, bir sevinç yumağı oluşumuzu görmeliydiniz! Özellikle kendi önerdiği ismin kabul edildiğini duyan kızımızın mutluluğunu görmeliydiniz! “Zeynur!”, “Zeki!” diyerek bize sarılışını görmeliydiniz! Salonun ortasında nasıl hoplayıp zıpladığımızı görmeliydiniz!

Bu an hayatım boyunca unutamayacağım ve yaşadığım en güzel anlardan birisi olarak kalacak. Bu an, çok güzel bir andır benim ve ailem için. Oğlumun ismini koyan dünyalar tatlısı bu kız çocuğu, güzel olduğu kadar da çok özel bir çocuktur. Çünkü o kız çocuğu,   Down Sendromlu bir çocuktur. Çünkü bir sporcunun, milli hentbolcu Doruk'un isim annesi çok, ama çok sevdiğim Down sendromlu bir kız çocuğudur.  

Gördüğü anda “Zeynurrr!” diyerek sarılan, sarıldığı anda bütün güzel duygularını sana aktaran kişidir o... İnanılmaz hikayeler anlatan, anlatırken hikayeyi yaşayan; sizi bir anda iyi eden, bütün sorunlarınızdan uzaklaştıran, mutlu eden kişidir o... Bulunduğu ortamı neşelendiren, onunlayken sizi başka bir dünyaya götüren kişidir o... Bence sadece sevgiyi ve güzellikleri yaşatmak ve göstermek için doğmuş bir kişidir o...  

Şimdi, burada, bir de ismini taşıyan kişiden, yani Doruk’un şu anki durumundan bahsetmeden geçmek olmaz. Ondan da bir iki kelam etmek lazım.  İsminin anlamına yavaş yavaş ulaşmaya, çıkmaya çalışıyor, çabalıyor. Hentbolun en tepesinde olur mu bilemem ama Doruk  bugünlerde  Süper Ligde en fazla gol atan Türk oyuncu durumunda  ve A Milli Hentbol takımında yer alıyor.  Sanırım isminin anlamını vermeye başladı. Sanırım isminin anlamı yakışmaya başladı. 

Bir isim bir insana yakışmalı değil mi? Benim oğluma yakışanı da o kız çocuğu buldu. İyi ki de buldu. İyi ki de oğlumun ismi Doruk oldu. İyi ki de bu ismi o kız çocuğu koydu.

Oğlumun ismi Doruk olmasaydı,  belki Doruk şu an hentbolcu olmayacak ve A Milli takımında oynamayacaktı! Kim bilir!

Zeynur Pehlivan
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 03:46  No comments »

21 Aralık 2017 Perşembe


Bizler, yani hentbolcular biraraya geldiğimizde hep “Biz bir aileyiz!” deriz. Geniş bir aile… Güzel bir aile… Aynı odaları paylaşan, aynı giysileri giyen, aynı masada oturan, aynı fırçaları yiyen… 1976 yılından itibaren birlikte büyüyen, birlikte yürüyen bizler…

Yeni doğmuştu hentbol ve her yeni doğan çocuk da olduğu gibi hentbolun da her anı fotoğraflanır, her anı çekilir ve itinayla saklanıp tekrar tekrar bakılırdı. Üstelik herkesin fotoğraf makinası yokken… Üstelik herşey siyah beyazken… Anneler, babalar, dayılar, amcalar… Herkesle fotoğrafımız olurdu. Doğum günlerinde, bayramlarda, düğünlerde… Az olurdu ama mutlaka bir fotoğrafımız olurdu.

Hentbolun da ilk yıllarında çok fotoğrafı vardı. Siyah beyazla başlayıp renkli bir şekilde devam eden…  Kurslardan tutunda, her seyahat, her milli, her lig maçı, her fakülte, her okul maçı, her Cumhurbaşkanlığı, her Federasyon Kupası maçı; yıldızlama, puanlama, panaroma şeklinde yer alırdı gazeteler, dergilerde… Hentbolu takip eden çok gazeteci, gazete vardı. TRT her Spor haberinde mutlaka hentbolu da verirdi. 

Bizlerde maç oynadığımız günlerin ertesi gününü sabırsızlıkla beklerdik! Acaba gazeteler neler yazmıştı? Acaba kimin fotoğrafını koymuşlardı? Kaç yıldız vermişlerdi? Haftanın karmasına beni koymuşlar mıydı acaba?” diye neredeyse bütün gazeteleri alırdık 80’li yıllarda…

Sonra bizler doğanın gereği büyüdük ve büyümeyle birlikte bizleri büyütenleri beğenmez olduk. Bizleri dünyaya getiren anne, baba ve tüm akrabalarımızı “Bunlarda bir şey bilmiyor!” havalarında, hiç utanmadan, hiç sıkılmadan  ”Şu dinazorlar bir çekilse de meydan bize kalsa!”, diyerek;  o koskoca, bilgi dolu, üretken, saygın, hiçbir şaibeye karışmamış entellektüel insanları; yokluklar içinde büyük bir özveri ile bir branşı var eden insanları çok kabaca kenara ittik. Ne hatırladık, ne hatırlattık!

Yeni jenerasyonun hentbolu var eden  bu isimleri bildiğini bile düşünemiyorum! Çünkü biz bu insanların öncelikle kendilerinin ne yaptıklarını, neler başardıklarını hafızalarından sildik. “Biz kimiz Zeynur!” diye ağızlarından çıkan yüreklerindeki acıyı gördük.  Bizlerin onlar sayesinde var olduğumuzu unuttuk. Hayatta olanları maçlarda göreniniz var mı?

Sonra ne mi oldu? Kulaklarına gelen bu “dinazor” kelimelerle hemen görevlerinden ayrılan bu güzelim insanların yerine yeni “dinazor” demek istemiyorum -çünkü bunu ben kullanmadığıma göre tekrar tekrar yazmak da hoşuma gitmiyor-yeni yeni antrenörler yerlerini doldurmaya başladı, yeni yeni isimler görevler almaya başladı.

Ama zamanla herşey değişmeye başladı. Bizler tuhaf bir aile olmaya başladık. Birbirini dinlemeyen, birbirine saygısı olmayan, kendisini ve haddini bilemeyen veya tam aksi, herşeyin en iyisini kendisinin  bildiğini sanan, Oxford’dan mezun olmuş havalarında gezen insanlar gibi davranmaya başladık.  Bir aile olmaktan çok uzaklaştık ve bunun sonucunda da hentbol büyük bir hızla irtifa kaybetmeye başladı, büyük bir hızla düştü  ve nereye düştüğü konusunda hiç kimse çaba harcamadı, kafa yormadı. Nasıl kaybolduğunu araştırıp bulup tekrar havalanması için gerçekten gayret sarf eden olmadı. Gazeteler, gazeteciler, televizyon kanalları da olmayan bir branşı veremedi, vermek istemedi.

Hentbol; kimsenin olmadığı, unuttuğu yerde kendi kendine oynamaya başladı. Kulüpler en kısa yoldan başarılı olmanın yolunu bir hentbol branşı açmak, çoğu hentbol antrenörleriyse; yani ilkler gibi, yani bir Yaşar Sevim, bir Murat Kılıç, bir Sedat Muratlı, bir Hamit Türkmen, bir Kazım Tekin, bir Sırrı Özşen, bir Murat Ersin, bir İsmail Yolcu, bir Erol İlgin, bir Vahit Zorlu, bir Kenan Öner, bir Sinan Öner, bir Ahmet Kaynak, bir Üstün Dinçaslan gibi uzun süreli, başarılı, emek vererek, araştırarak, öğrenerek bir takım yaratmak yerine, adeta futboldaki sistem gibi her yıl bir başka takım çalıştırmak olduğunu zannettiler ve o yoldan yürümeye başladılar.

Oysa olmadı! Olmadı! Hiçbir şey eskisi gibi olmadı! Başarı gelmedi! Çünkü bir çalışmanın başarılı olması için, iyi bir takım yaratmak için planlı, programlı uzun seneler verilmesi gerektiğini ya anlamak,  ya anlatmak istemediler, ya da anlatamadılar. Hentbolu ve hentbolun durumunu olduğu gibi kabullendiler. Küçük başarıları eski Gençlik Parkındaki dev aynalarındaki gibi  görmeye başladılar.  
Ama olan hentbola oldu. Yıllar yıllar önce bir buzdağına çarpıp okyanusun dibini boylayan  Titanik’i bulmak için bile büyük uğraşlar verilirken bizler göz kapaklarımızı açsak görebileceğimiz kadar yakınımızda olan hentboldaki güzellikleri görüp, sorunları çözemiyoruz. Ben bunu anlamakta gerçekten zorluk çekiyorum.

Neden? Neden? Neden? Bir Beşiktaş Mogaz’ın, bir Selkaspor’un, bir Göztepe’nin yaptıklarını neden diğer takımlar yapmak istemiyor? Neden bir basketbol, bir voleyboldaki kaliteyi yakalayamıyoruz? Neden takımlarının, kulüplerinin gazetelerde, tv kanallarında yazılmasını, yayınlamasını istemiyorlar?  Neden “Benim amacım Türk Hentboluna hizmet etmek!” diyerek takımlarında sadece yerli oyunculara yer veren bir Maliye Piyango  gibi hedefleri yok? Neden Kürşad Erdoğan ve İbrahim Özdeniz dışında uluslararası alanda başarı ile temsil eden başka hakemlerimiz yok? Kadınlarımız neden hiçbir yerde yok? 

Sorulacak öyle  çok sorular  var ki! Ama bu soruları benim sormam değil, başkalarının sorması gerekiyor. Mesleği spor yazarı, spor yöneticisi olan... Bu nedenle birçok spor yazarı istiyorum gazetelerden, spor kanallarından  hentbolu takip edecek! Hentbolda olanları takip edip yazacak, soracak, herkese duyuracak ve herkesi uyaracak spor yazarları istiyorum, arıyorum.

Tamam! Suçun çoğu bize ait ama hentbolu duyurmak sadece bizim değil, spor camiasında var olanların da görevi olmalı!

Güzel olanları da, yanlışları da yazacak, “Bu sporcuyu neden milli takıma aldın?” “Bu gençleri neden Kosova ve Yunanistan maçlarına götürecek, oynatacak cesaretiniz yok?” “Bu gençlere bu güveni vermezseniz bu oyuncular nasıl güven kazanacak?” diye soracak, diğer branşlar nasıl gazete sayfalarında yer alıyorsa hentbolunda yer almasını sağlayacak spor müdürleri arıyorum.

Futboldaki bir iki antrenörün ve 22 oyuncunun peşinden değil, tüm branşların peşinden koşacak spor kanalları arıyorum. Birçok yabancı oyuncuya sahip olmasına rağmen başarılı olamayan antrenörlere “Neden olmuyor hocam?” diye soracak, “Yabancı oyunculara gösterdiğiniz sabrı, neden yerli oyunculara göstermiyorsunuz?”, “Bugün neden kaybettiniz?”, “Yapılan projelerden neden sonuç alınamıyor?” diyecek spor muhabirleri arıyorum.

Dünya, Avrupa Şampiyonalarını, Süper Ligin en güzel gollerini ve maçlarını yayınlayacak bir kanal arıyorum. Daha iki gün önce müthiş bir Dünya Şampiyonası yaşandı ve biz bunları seyredemedik! Bir hentbolcunun çektiği ıstırabı düşünebiliyor musunuz! Kendinizi bizim yerinize koyun lütfen! Futbol Şampiyonasını, Galatasaray-Fenerbahçe derbisini izleyemediğinizi düşünsenize…  Ya da Barcelona-Real Madrid maçını... ”Allah muhafaza!” dediğinizi buradan duyabiliyorum. İşte biz de kendimizi öyle hissediyoruz.
İşte bu yüzden, “Her gün verilen evlilik programları gibi her gün futbol veriyoruz. Bu böyle olmaz! Biraz da diğer branşları vermeliyiz arkadaşlar!” diyecek cesarette bir yönetici arıyorum.

Sizler, yani spor müdürleri; sizler çok iyi bilirsiniz ki arşivler çok önemlidir. Biliyor musunuz!  Herşeyin kısıtlı olduğu zamanlarda bile hentbol gazetelerde yer almış ve fotoğraflanmış. Yani benim evimde küçük de olsa hem benim, hem eşimin bir arşivi var.  Ama teknolojinin alıp başını gittiği, tek kanallı değil de, sayısız kanalın olduğu bu dönemde- örneği kendi ailemden de verebilirim- benim 19 yaşında A Milli takımda oynayan çocuğumun bir maç sonrası yazılmış bir yazısı, bir fotoğrafı yok.

Bu ne kadar acıdır biliyor musunuz bir sporcu için! Düşünün! Yıllar geçmiş ve siz torunlarınıza hentbol oynadığınız yıllara ait bir şey göstermek istiyorsunuz ama elde avuçta bir şey yok!

Yazık! Yazık! Gerçekten çok yazık ve çok acı! Lütfen! Lütfen şu güzelim sporla birileri ilgilensin, birileri  görevlendirilsin! Lütfen şu güzelim sporu birileri duyursun, göstersin, yazsın!

Yoksa ben tüm bunları yazıp üzerine de koskocaman WANTED kelimesi yazıp birçok afişe bastırıp heryere asacağım geliyor! Lütfen bana bunu yaptırmayın!

Teşekkürlerimle… Saygılarımla…

#Hürriyet #Milliyet #Sabah #Sözcü #Fanatik #Birgün #Cumhuriyet #Trt #Ntvspor #Sportstv #Eurosport #Hentbol #ihf #ehf #yayın #yazar #spor #gazete #Socrates 
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 04:49  No comments »

30 Kasım 2017 Perşembe

Ben neden kadın hentbolculara "Salonun Amazonları" diyorum, biliyor musunuz!
Amazon demek, savaşçı kadın demektir! Bu nedenle çok yakıştırırım hentbolculara bu sıfatı...
Hentbolun bir mücadele sporu olduğunu unutmadan okuyun bu yazıyı lütfen ve bir de bunu anlatırken sizler bir Anadolu kadınını ve Anadolu da zor şartlarda, hatta köylerde yaşayan bir aileyi gözünüzün önüne getirin şimdi!

Böyle yerlerde herşeyi çekip çeviren evin kadınıdır, değil mi? 
Eşini kaldırıp kahvaltısını hazırlayıp tarlaya göndermesi, büyük hayvanların çobana teslim edilmesi, koyunların sağılması, tavukların yemlenmesi, çocukların okula hazırlanması, evin toplanması, temizlenmesi, en az beş-altı çocuğun, annenin, babanın çamaşırların yıkanması, ekmeği, yemeği yapması, tarhanayı, turşuyu, salçayı, yani kışlıkları yazdan hazırlayan kadınlar  vb. gibidir kadın hentbolcular...

Güçlüdürler! Hem de çok güçlü! Asla çıtkırıldım, mızmız, herşeyden şikayet eden, hiçbir durumu beğenmeyen yapıda değildirler! Herşeye hazırlıklıdırlar! 

Çalışkandırlar! Yorulmak nedir, durmak nedir, pes etmek nedir, bilmezler! Gol atmak içinde, savunma yapmak içinde, hücum içinde sürekli koşmak zorundadırlar. O yüzden çok çalışkan, çok kuvvetli, çok hızlıdırlar!

Ailedeki kardeş gibidirler! Birbirlerini her türlü durumda desteklerler! Dayanışma nedir, yardımlaşma nedir, iyi bilirler! Kardeş dediğin birbiriyle didişmeden, tartışmadan, kavga etmeden durur mu! 

Kardeşler arasında geçen herşey hentbolda da vardır! "Neden ben boşken bana pas vermedin!" "Ben senden daha çok atttım!" "Koşsana!" "Doğru dürüst pas atsana!" "Babam seni daha çok seviyor!" gibi konuşmalar, kıskançlıklar hep olur ama bunlar hep daha iyi bir sonuç almak, hep daha iyi bir aile olmak, hep daha iyi bir hentbol  içindir!

Doğayla, bulundukları şartlarla baş eden bir aile gibi hentbolcularda rakipleri ile mücadele ederler! Bu nedenle akıllıdırlar! Bir "savaş" taktiği gibi her sorunu analiz edip grup halinde karar verirler ve uygularlar. Ailedeki gibi burada da herkesin görevi vardır. Yoksa önlerindeki sert geçecek kışı zor geçireceklerini iyi bilirler!

Nerede nasıl davranacaklarını iyi bilirler! Düğünlerde, özel günlerde giydikleri bindallılarla, yöresel kıyafetlerle kadın olmanın güzelliğini etrafa saçarlar. Maçlardaki durumda böyledir! Oynadıkları spora; giydikleri formalarla, şortlarla, saçlarla, tokalarla, çoraplarla başka bir güzel, başka bir estetik katarlar. Gollerdeki sevinçleri, kaybettiklerindeki gözyaşları, utanmaları, sıkılmaları bile bir başkadır.

Kadın her yerde kadındır, her yerde güzeldir! Ama hentbolcu kadın bir Anadolu kadını gibidir. Dirençli, güçlü, becerikli, yetenekli, sabırlı, gayretlidirler. Çünkü hentbol ve yaşam bunları gerektirir. 

İki gün sonra Kadınlar Hentbol Dünya Şampiyonası başlıyor. Bu kadınları bir de bu gözle izleyin lütfen! Nasıl dayanıklı, nasıl güzel, nasıl hızlı olduklarına şaşıracağınızdan çok eminim.
İyi seyirler diliyorum.

Bu arada Anadolu'nun tüm vefakar, cefakar kadınlarına hentboldan selam olsun! 
#Anadolu #Kadın #Amazon #Hentbol #İhf #ehf #handball
Posted by http://zeynurpehlivan.blogspot.com/ on 00:45  No comments »

Bookmark Us

Delicious Digg Facebook Favorites More Stumbleupon Twitter

Search